Tuesday, 30 October 2012

Gazi ve Abditolu'lu Hacı Hüseyin Ağa

Gazi, 6 Ocak 1925 tarihinde önce Meram’ı sonradan da Konya’nın Sedinler Mahallesi’nde oturan yaşlı bir Konyalıyı Latife Hanım’la beraber ziyaret etmiştir. Gazi, Abditollu Hacı Hüseyin adındaki bu gönlü temiz, tok sözlü Konyalıyı, 20 Mart 1923 tarihindeki gelişinde tanımış ve onu “Baba” olarak seçmiştir.1 

Eşi Latife Hanım ile birlikte Konya’ya yaptığı bir ziyaret sırasında, yaşı seksene ulaşmış, dinç, nur yüzlü, tok sözlü bir ihtiyar olan Abditolu Hacı Hüseyin Ağa ile karşılaştı. Abditolu Hacı Hüseyin Ağa, Konya’nın Sadırlar (Sedirler) Mahallesi’nde iki odalı kerpiç bir evde, karısı Akife Ana ile beraber oturuyordu. Üç oğlundan ikisi şehit olmuştu. En küçüğü olan oğlu Ahmet (Küçükkoç) Abditolu Köyü’nde oturuyor, 3 yıl önce kente göç eden babasının harcını köyden karşılıyordu. Konya Çiftçiler Birliği, bu okuyup yazması yok, fakat tecrübeli ihtiyarı Konya çiftçilerinin temsilcileri arasına seçmişti. Sıra, Çiftçiler Birliği’ne gelip de Hüseyin Ağa diğer birkaç çiftçi ile birlikte Atatürk’ün huzuruna kabul edildiğinde, kollarını iki yana açarak büyük bir samimiyet ve safiyetle:
-Hoş geldin benim aslan Paşam, hoş geldin yavrum, diyerek Atatürk’ü kucaklamıştı.

Atatürk, beyaz sakallı, nur yüzlü bu ihtiyarın yüreğinden kopan samimi davranışından çok duygulanmış,hatırını sormuştu:
-Sağol baba! Kaç yaşındasın?
-Seksene girdik diyelim oğul.
-Çocukların var mı?
-Üç oğlandan biri sizlere ömür Çanakkale’de, öteki Sakarya’da şehit oldu, en küçüğü köyde, eker, diker, bize bakar. Sen sağ ol da yavrum, bize de baba diyen bulunur elbet.
-Bundan sonra ben de sana baba diyeceğim. Benim babam olur musun?

(Kaynak: http://www.isteataturk.com)

Atatürk’ün samimi sözü, uzun boylu, iri yapılı ihtiyar köylüyü yüreğinden sarsmıştı. O, Paşa’sından böyle bir yakınlık beklemiyor, hatta eskimiş çuha poturu, belini saran yün kuşağı ve ayağındaki yamalı kunduraları ile yanına giremeyeceğini sanıyordu. Ama şimdi karşısında Milletin kurtarıcısı sevgili Paşa’sı kendisine “babam olur musun?” diyordu. Gözlerinden yaşlar beyaz sakalına doğru süzülürken bir şeyler söylemek istedi. Boğazı düğümlendi. Söylemeye mecali kalmayınca da Paşa’sını bir kere daha kucakladı, neden sonra “oğlum” diyebildi.

Olay Konya’da kısa sürede duyuldu: Abditolu Köylü Hacı Hüseyin Ağa Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın babalığı oldu” haberi her tarafa yayıldı, gazetelere geçti. 

Hüseyin Ağa’ya Atatürk’ün bu iltifatı, başta Konya Valisi Kazım Müfid Bey olmak üzere, Konya Belediye Başkanı M. Muhlis (Koner), Konya ileri gelenleri tarafından da benimsenmiş, Hüseyin Ağa’ya, gerçekten Atatürk’ün babalığı, Atatürk’ün sevdiği köylü gözüyle bakmaya başlamışlardı. O gün akşam Atatürk için Konya Belediyesinin verdiği yemeğe Hüseyin Ağa da davet edildi. Hüseyin Ağa’ya yeni bir şalvar, üstüne de siyah bir salta giydirilmiş, başındaki abani sarıklı fesi yenilenmiş, Atatürk’ün yanına oturtulmuştu. Hüseyin Ağa’yı Latife Hanım da çok sevmiş, onun saf, külfetsiz ve samimi sözlerinden çok hoşlanmıştı. Hatta ertesi günü Atatürk’ün konuk olduğu köşke (bugün Atatürk Müzesi), Hüseyin Ağa’nın eşi Akife Ana da getirilmiş, Latife Hanım’la tanıştırılmıştı. Akife ana kocasından daha saf, tam bir Anadolu kadını idi. Latife Hanım’ı “gelinim” diyerek kucaklamıştı.                              

Atatürk ve eşi Konya’dan ayrıldıktan sonra, Abditolu Hüseyin Ağa’nın Konya’da ayrı bir ağırlığı ve önemi olmuştu. Oturduğu Sedirle Mahallesindeki evine giden sokak düzlenmiş, mahalleye çeşme yaptırılmıştı. Özellikle, yeni Belediye Başkanı Kazım (Gürel) Hüseyin Ağa ile çok ilgileniyor, bir dediğini iki etmiyordu.

Hüseyin Ağa artık Belediye Başkanının yanına teklifsiz girip çıkıyor, Babalık Gazetesi’nin sahibi Yusuf Mazhar’a uğruyor, onunla sohbet ediyordu.  Bir keresinde Belediye Başkanı Kazım Gürel, onu trenle Ankara’ya götürmüş, Çankaya’da Atatürk’ü ve Latife Hanım’ı ziyaret ettirmek istemiştir. Ne var ki Atatürk ve eşi o günlerde bir yurt gezisine çıkmıştı. Hüseyin Ağa Atatürk’le görüşememiş ama, karısının Latife Hanım için ördüğü işlemeli yün çorabı da Köşk’e bırakmış, Konya’ya dönmüştü. O günlerde kendisine:

- Hüseyin Ağa, Ankara’yı, Atatürk’ün Köşkü’nü beğendin mi? diye soranlara:
- Gaç hey len! Köşk dediğin ne ki, deliyi bağlasan durmaz, dediği Atatürk’ün kulağına kadar gitmiş, Atatürk bu sözden çok hoşlanmıştı. 

Bir gün bir haber Konya’da dalga dalga yayılmıştı. Atatürk 3 Ocak 1925 günü Konya’ya geliyordu. Bu Atatürk’ün Konya’ya altıncı gelişiydi. O gün Atatürk, beraberinde eşi Latife Hanım ve yaverleri olduğu halde Konya Garında Konya Valisi İzzet bey, Belediye Başkanı Kazım (Gürel), Ordu Komutanı Fahreddin (Altay) ve Kolordu Komutanı Naci (Eldeniz) paşalar, tarafından karşılanarak kendileri için ayrılan Köşk’e misafir edilmişlerdi. Atatürk bu gezisinde Konya’da 10 gün kalmış, şehirde ve çevrede bazı ziyaretler yapmıştı. Bu ziyaretlerden biri de Atatürk’ün Latife Hanım’la birlikte Hüseyin Ağa ve karısını evinde ziyaret etmesi, sonradan çeşitli şekillerde anlatılmış, buradaki konuşmalar saptırılmış, Atatürk’ün Hüseyin Ağa’nın evinde Konya’nın meşhur sedirler böreğini yediği söylenmiştir. Bu söylentiler Selçuk Es ve Mehmet Ali Apalı adlı iki Konyalı tarafından hatıra olarak da yazılmıştır.  Oysa, Atatürk’ün Hüseyin Ağa’yı evinde ziyaret ettiği zaman, o gün orada Babalık (Konya) Gazetesinin bir muhabiri de bulunmuş, muhabir bütün olup bitenleri, konuşmaları, Hüseyin Ağa ve karısının şivelerini de aynen kaydederek ertesi günü gazetesinde yayınlanmıştır. Onun bu ilginç yazını, yine Babalık Gazetesi’nin yazarlarından Afif Evren, bu ziyaretin 26 ncı yıldönümü olan 6 Ocak 1951 tarihinde aynen yayınlanmıştır.  Şimdi bu yazıyı, olduğu gibi kelimesi kelimesine size aktarıyoruz:

(Hüseyin Ağa sevinçten uçacak gibi... Mahalleye yayılan bu sevinçli haber üzerine, iştiyaklı ve heyecanlı bakışlarla etrafta toplanan kadınlar, çocuklar, Gazi’yi (Atatürk’ü) bekliyorlar. Kulaktan kulağa fısıldaşmalar:
- Kız kim gelip batır?
- Anadolu’yu kurtaran paşa!


Otomobilin aslan homurdayışını andıran sesi duyulunca Hüseyin Ağa dışarı fırladı. Artık misafirler gelmişlerdi. Ağa, otomobilin kapısını açarken dedi ki:
- Paşa! Çok büyüsün; bizler gibi fukaranın gönlünü almak için fakir evimize geldin. Zahmet ettin. Bizim evimiz seni misafir etmeye layık değil... Ama görüyorsun ya! Şu etrafta toplanan analar, hemşireler, ihtiyarlar cümlesinin kalbi seni misafir etmeye hazır. Bizim eksiklerimizi görme!

Ve derhal Latife Hanıma döndü:
- Var ol, kızım, dedi... Allah size uzun ömürler versin. Validen işte kapıda... Seni bekliyor. Konya’ya geldiğin günden beri kızımı görür müyüm, diye ağlar. Hele bir bilsen onu... şimdi ne kadar sevinecek.

Kapıdan içeri giriliyordu. Altmış ile yetmiş yaş arasında, fakat dinç, tam manasile saf Türk anası. İri vücuduyla Gazi’yi karşıladı:
- Paşam, hoş geldin! Allah ömrünü uzatsın...

Misafirler, bir kattan ve iki odadan ibaret olan binaya üç basamaklı bir merdivenden çıkarak girdiler. Oda, tam manasıyla bir köylü, bir çiftçi odasıydı. Bütün sadeliği gösterir bir tarzda minderler döşenmiş, cicimlerle bezenmiş; beyaz badanalı, aydınlık ve tertemiz bir oda... Bir Türk köylüsünün ruhu, kalbi kadar saf, şen ve ferah bir ev...

Reisicumhur, sedirin sağ tarafına bağdaş kurarak oturdu. Latife Hanım da diğer köşeye çekildi.
            
Fahreddin (Altay) Paşa, Belediye Reisi Kazım Bey (Gürel) ve refikaları hanım, Fırka mutemedi İsmail Hakkı Bey ve diğer zatlar etrafındaki minderlere oturdular.

Gazi, Hüseyin Ağanın eşini sol tarafına, Latife Hanımla kendi arasına oturttu. Hüseyin Ağanın eşi, Latife Hanımın başını, bütün ruhundaki bir analık samimiyeti ile okşadıktan sonra elini tuttu:
-Aççık ateşin var, hasta mısın? (Tabii olarak zevcine döndü) Aman Hacı! Bizde göya ev sahibiyiz; sedire geçtik oturduk. Ya sen kalk, ya ben. Misafirlere kahve pişirelim.

Hacı Hüseyin Ağa:
-Sen kalk, bişiriver! Dedi.
Kadıncağız kuvvetli adımlarla odadan çıktı.

Biraz sonra bu koca nine, bu asil Türk ve şehidler anası, elindeki tepsinin içinde, beş bardak ayran olduğu halde, içeriye girmişti.
Kadın girince Gazi dedi ki:
-Hanım, sen otur bakalım, gel... Dağıtırlar.

Hazır olanlar arasındaki Müfettişlik yaveri mülazim Talat Bey kalktı. Misafirlere ayranları dağıttı.
Hacı Hüseyin Ağa, (Diz çökmüş ve ellerini dizlerinin üstüne koymuştu):
-Paşa! Bilmem, aklım ererde mi söylerim, ermezde mi söylerim! Biz seni söyle, iki üç senede bir görmekle doyamıyoruz. Şurada her vakit otursan, rahat etsen... Onlara da haber göndersen de buraya gelseler!

Gazi:
-Onlar kim?
Hacı Hüseyin Ağa:
-Hep işte o hökümattakiler filan. Onları çağırıver buraya, gelsinler vesselam!
Gazi:
-Hacı, aklın eriyor; hem, pek eyisine eriyor!
Hacı:
-Vallahi paşam, bilmem eriyor mu? Siz okuyup yazma biliyorsunuz.
Bunun ardından Gazi, konuşmanın mecrasını değiştirdi ve dedi ki:
-Nasıl, köyünüz buraya kaç saat? Selametle gidip geliyor musunuz? Hırsızlık filan var mı?
-Köyümüz buraya beş saat. Abditolu...Elhamdülillah selametle gidip geliyoruz. Bir şey yok...

Hacı Hüseyin Ağa, Latife Hanıma:
-Kızım, dedi. Hani geçen sene sana çorap getirediydim. İşte onları bu validen ördüydü. Himci gine hazırladı.
-Teşekkür ederim Hacı Efendi!

Hüseyin Ağa, Gazi’ye dönerek, güya Latife hanıma çorap hediye edildiği halde Gaziye verilmezse gücenir zanniyle:
-Oğlum, dedi. Senin çorapların da hazır, sana da hazırladılar!

Hacının çocuk saflığını andıran bu sözleri bilhassa Gazi’ye çoraplar için verdiği teminat, herkesi, güldürüyordu. Hemen sözünü değiştirerek ilave etti:
-Ak oğlum... Sen bana darılmışsın doğru mu? Göya geçen sene Ankara’da bişşiy dimişim. Sen bundan bana darılmışsın; doğru mu? Bunu o müzevir gazatacılar yazmış! Eğer hatırına bişiy geldiyse vaz geç oğlum, bana darılma!
-Ne söylemişsin; gazeteciler ne yazmış?
-Ben, sana göya Ankara’da deliyi bağlasan durmaz, dimişim. Ben bunu başka maksatla söylemedim. Paşa, bütün akıllıları buraya toplamış, buraya deli giremez dimek istediydim. Canım şu gazatacılar da amma (tuhaf) adamlar ha! İnsanın arasını açmaya çalışıyorlar. Bilmem nereden duyuyorlar, nasıl da duyarlar? Yoğsa içimizde mi bir müzevir var? Korkarım, bugün konuştuklarımızı da yazarlar.

Gazi sordu:
-Hani, mahallenizde bataklık vardır, diyordun. Yolunuzu gördüm, iyi... Bataklık filan yok!...
-Yaz olsa da bir görsen! Belediye yaptırdı ama bitiremedi. Parası yok ki belediyenin... Yitmeyor. Bütün parayı Ankara’ya çekme oğlum. Aççık da burada bırak da Belediye şunları yapsın.
-Peki Hacı... Size yardım ederiz.

Hacı Hüseyin Ağa bu vaadi alınca biraz daha ileri gitti. Mahallelerinde bir cami yaptırdıklarını, imamın maaşının altı lira olduğunu, geçinemediğini, başka bir yere kaçacağını ve hiç olmazsa maaşına biraz zam yapılarak yirmi liraya çıkarılırsa durabileceğini söyledi ve rica etti.
Gazi, hocanın (mahallede namaz kırdırmaktan başka vazifesi) olup olmadığını sordu.

Hüseyin Ağa:
-Efendim... dedi, hutbe okur, katiplik ider.
Gazi gene sordu:
-Hutbeden ne anlıyorsun Hacı? Doğru söyle!
-Ne anlayım oğlum; okuyorlar, biz de dinliyoruz. Ben cahil adamım. Tabii anlayan anlar. Sizler anlarsınız.
-Ben de anlamıyorum.
-Nasıl anlamazsın? Geçencek, (Elhamın, kulhünün) manasını bana virdin. O gündenberi düşündükçe hep ağlarım. İki üç gün önce hocalara gittim. Onlara didim ki: Haydi bakalım... Düşün önüme! Sizi Paşaya imtiham (imtihan) ittirecem. Bak. Korkularından yanına yanaşamadılar, gelemediler.
-Canım, hutbeden hiç de mi bir anladığın yok?
-Arada bir devlete dua idiyorlar. Onu anlıyorum. Paşam, çok ileri gitme! Beni karının yanında imtihan idip durma!
-Mahallenizde mektep yok mu?
-Haa... İyi aklıma getirdin oğlum. Geçen sene yalvardık, yakardık bizim evin yanında bir mektep yapmaya karar virdiler. Bohçaya (bütçe) iki üç bin lira koymuşlar, o da yitişmemiş, altı bin lira ilazımmış. Bu sene gine yakaracaz. Sen de bir himmetle de şu mektebimiz yapılıvirsin!
-Köyünüz nasıl? Bir arzunuz var mı?..
-Köyümüz çok iyi. Hökümatta işlerimiz iyi görülüyor. Doğrusunu istersen, eskisi gibi değil! Ancak şu Ziraat Bankası’ndan köylüye biribirine kefil olmadan para virmiyorlar. Konya’da anılır bir tüccarı kefil istiyorlar. Ak oğlum! Bunu bize düzelttirivir! Herkes tüccardan kefil bulamaz. Bana kalırsa, Sandık azalarını çiftçiden yapsan! Onlar, para virecek, viremeycek çiftçiyi pek iyi bilirler. Gine sen bilinya! Başka kaygımız yok. Elhamdülillah gavur korkusu filan da kalmadı. Rahat yiyip içip dua idiyoruz. Allah gavurun kalbine bir korku virdi.

Gazi, bu defa, Hüseyin Ağa’nın eşine dönerek sordu:
-Başka oğlunuz var mı?
-Üç oğlumuz vardı.
Bunlardan ikisi; memlekete gavur gelmişmiş, devlet emretti; muharebeye gittiler. Orada şehid oldular. Birinden beş, diğerinden dört çocuk kaldı. Köydekinin de dört çocuğu var. O iki şehidin karılarına, yavrularına sağ kalan bu oğlumuz bakıyor. Şükür olsun kimseye muhtaç değiliz, geçiniyoruz, dedi.

Bu söyleyişte öyle bir saffet ve rikkat vardı ki, odadaki herkes duygulanmıştı.
Gazi diyordu ki:
-Türk yavrularının bu yüksek duygulu anaları oldukça, istikbalimiz müemmendir. Bu ali hissi tenmiye etmek (artırmak) lazımdır. İşte bu kadın efendidir. Evet, hakiki bir kadınefendi.

Gazi tekrar sordu:
-Hacı Hüseyin efendi sizi almadan evvel bir haremi daha varmış, doğru  mu?
-Evet Paşam! Evvel bir karısı vardı, öldü. Benim hemşirem Hacının kardeşi Ali Efendiydi. Ben kız kardeşimin yanına varıp geldikçe bu Hacı bana gönül komuş. Babamdan istedi. Babam virmek istemediydi ya... O, ta sonra beni aldı!...
-Nasıl, iyi geçinebildiniz mi?
-Evvelki karısı aççık ıncıkcaydı; hem, ekmeği filan kitlerdi. Amma ben idareli olduğumdan gürültüye meydan vermedim. İyi geçinmeye çalıştım. Evvelki haremiyle Hicaza gidinceye Kadar pek datlı geçindik.

Latife hanım:
-Sizi mi çok severdi, evvelki haremini mi? dedi.
-Ben feriktim; beni çok severdi. (Son alınan kadına Ferik denilirdi Genç tavuk demektir.)

Bu aralık Latife hanım, Hüseyin Ağanın eşine sordu:
-Hacı efendi sizi aldığı zaman, bir kadaif hikayesi olmuş. Şu nasıl oldu?
-Kızım, başını ağrıtmazsam anladıyım. Mademki istedin söyleyim. Eski zamanda bizim evlere kadif senede bir iki kere girerdi. Bir gün Hacı bize kızmış. Anasına dimiş ki: “Sana kdif gönderecem. İyi bişiremediler diye şu karılara adamakıllı bir dayak atacam.”

Kadif geldi; Ramazandı. Biz de bişirdik, aakşama hazırladık. Hacı namazdan geldi; bir surat, bir surat. Hiçbirimizin yüzüne bakmayor, somurtuyor. Yimek yimemek istiyor. Kaynanamız yalvardı, gine yimedi. Biz tuttuk, yimeği güzelce bir yidik. Üstüne de kadifi yidik. Amma içimden duttu. Hacının şöyle yüzüne bir baktım; O da gözünün altından bir baktı; gülüştük! Kaynanam “hadi oğlum, hadi! Sende avrat döğecek göz yok! Boşuna kadiften de oldun!” didi...

Ak paşam! Biz Türküz, köylüyüz, kusurumuzu bağışlayın!
Gazi:
-Ne demek, hepimiz Türküz! Türkler dünyanın en büyük milletidir. Beyhude yer sıkılacak bir şey yok!
-Bilmem ya! Şehirliler bize kenar mahallelidir diye gelmezler!
Latife Hanım:
-Beğenmemek ne demek? Milletin anasını köylüler teşkil eder. Siz teşkil ediyorsunuz!

Bu sözler üzerine, Hacı Hüseyin ağanın eşinin yüzünde büyük bir sevincin eseri, görünüyordu.
Gazi kalkmak istedi. Hüseyin Ağa yalvarıyordu:
-Ak oğlum, lokmaya kalalım. Bir köylü yimeği yi!...
-Ayran içtik, kahve içtik; Hacı efendi! Bak, başka işlerimiz de var. Bize müsaade et de gidelim.

Büyük misafir artık bu küçük köylü evinden çıkmıştı. Binanın dışına, sokağa, mahallenin, civar mahallelerin çoluk çocukları, kadınlar, genç, ihtiyar, her cinsten, her tabakadan birçok adam toplanmıştı. Gazi Paşa ile Latife Hanım dışarıya çıkınca; “paşa hangisi, karısı hangisi?” diye soruyorlardı. O dakikada verilen bir göz işareti kafi geldi.

İşte bu dakika, bir sürur ve heyecan anı idi! Görseniz, bilseniz bu kalabalık ne yaptı; hemen bütün kadınlar, genç ihtiyar, paşaya hücum eder gibi yaklaştılar, etrafını bir kale gibi kuşattılar. Kimi yüzünü, kimi eklini öpüyordu. İhtiyar kadınların ağızlarından şu sesler yükseliyordu:
-Paşa! Biz de şehidler  anasıyız! Sizi gördük; duramadık! Bundan sonra, ölsek de; gözlerimiz kapalı gitmeyecek! Allah size uzun ömürler versin!...

O zaman, dikkatli bir nazar değil, alelade bir bakış da görebilirdi; O metin adam; Gazi titriyordu; ve gözleri çok yaşarmıştı!

Her fenalık ve karanlık uzak bu samimiyetlerin ifade ettiği mana; ne yüksekti. Bütün orada bulunanlar, hep o saf, temiz ve ulvi manzaranın karşısında gözlerinin yaşlarını siliyorlardı. Birçok kadınlar sevinçlerinden hüngür hüngür ağlıyorlardı. Çocuklar ve miniminiler, neden ve niçin olduğunu bilmeden masumane bir sevinç içinde ellerini çırpıyorlar, çırpıyorlar, zıplıyorlardı.
         
Artık otomobillere binilmişti. Hacı Hüseyin Ağa, elinde (tülü) denilen bir örme seccade ve iki çift çorapla geldi. Latife Hanıma dedi ki:
-Kızım şu hediyeni al!...

Otomobiller yürüdü. Bütün nazarlar ve bütün bu mahallenin saf gönlü, temiz kalbi, küçük evin büyük misafirlerini takip ediyor ve onlara selametler temenni ediyordu.”

Atatürk ve eşi Ankara’ya döndükten sonra, yeri geldikçe dostlarına Hüseyin Ağa’dan, bu saf, temiz yürekli Anadolu köylüsünün basit gibi görünen, gerçekte zekice, derin bir görüşün ifadesi olan sohbetlerinden söz etmişlerdi. 27 Mayıs 1925 günü, Milli Savunma Bakanı Recep (Peker) ile Genel Kurmay İkinci Başkanı Kazım (Orbay) Paşa, Atatürk’ü ziyaret ederek, ertesi gün Konya’da bazı incelemeler yapacaklarını, bir emirleri olup olmadığını sormuşlardı. Atatürk onlara: (Benim Konya’da bir babalığım var, Hacı Hüseyin Ağa, Onu görünüz ve selamımı söyleyiniz. Bir de sorunuz bakalım. Benim İstanbul’a gitmemem için hala diretiyor mu?...) demişti.

Milli Savunma bakanı Recep (Peker) ve Kazım (Orbay) Paşa Konya’ya gelmiş ve incelemelerini yaptıktan sonra Konya Belediye Başkanı Kazım (Güler)e Hüseyin Ağa’yı görmek istediklerini söylemişlerdi. Kazım (Gürel) 29 Mayıs 1925 günü, Konyalı Mecidiyezade Afif Bey’in Meram’daki Gül Bahçesi’nde bir öğle yemeği hazırlatmış, yemeğe Hüseyin Ağa’yı da davet etmişti.

Recep (Peker) Hüseyin Ağa ile tanıştıktan sonra Atatürk’ün selamını söylemiş, aralarında şu soru geçmişti:

-Hüseyin Ağa, sen Hükümet İstanbul’a gitsin, diye propaganda yapıyormuşsun, doğru mu bu?
-Yok efendim yok, biz onun zararını biliriz. İstanbul’lular deveyi havutuyla (semeri) yutarlar. Biz oradakilere varımızı-yoğumuzu verdik, yine doyuramadık. Aman Hükümet İstanbul’a gitmesin. Gidecekse Konya’ya gelsin.
-Kaç çocuğun var Hüseyin Ağa?...
-Üçdü dört oldu. Dördüncüsü Gazi Paşa oğlum...
-Beni de oğulluğa kabul eder misin?
-Ederim de acep nirelisin derim. İstanbullusun desem, İstanbul’dan senin gibi bir babayiğit çıkmaz. İstanbullular hani biraz cıvık olur ya!...
-Sen davetlim olarak Ankara’ya gelmez misin?
-Gelirim de, evde benim bir akıl danem var. Ona danışmadan gidemem. Sen bize gel...

Ertesi gün Recep (Peker) ile Kazım (orbay) Paşa, Hüseyin Ağa’yı, evinde ziyaret etmiş, uzun sohbetler yapmışlardı.

Hüseyin Ağa’nın İstanbul hakkındaki sözleri İstanbul basınında geniş yankılara yol açmıştı.

Başta Cumhuriyet Gazetesi olmak üzere öteki gazeteler “İstanbul’un deveyi hamutu ile yutacak bir canavar olmadığını” savunuyorlardı. Konya’da günlük olarak yayınlanan Babalık Gazetesi’nin bir muhabiri, durumu Hüseyin Ağa’ya iletmiş, bu yazılara ne diyeceğini sormuştu. Hüseyin Ağa şu cevabı veriyordu:
-Gazatacılardan hem korkar, hem de onları severim. Bir defa onlar tekin adam değil... Hele şu yazdıklarına bak: İstanbullularla benim aramı açmak istiyorlar. Eğri oturup doğru konuşalım. Bütün millet, niçin bizi kurtaranları seviyor. Gazimizi neden bağrımıza basıyoruz. Bizi hem düşmanlardan, hem de İstanbul’dan kurtardığı için... İstanbul, bizi yidi bitirdi, sonra da düşmanın kucağına attı. Kör olasıcalar düşmanla beraber canevimize kastetti. Gazi Paşa başımıza geçti de canımızı zor kurtardık. Eski devirler geçti oğlum. Söyleyin o gazatacılara ağzımı açtırmasınlar, oturdukları yerde otursunlar.

Hüseyin Ağanın bu sözlerinden sonra, gazetelerden çıt çıkmamıştı.
12 Haziran 1925 günü Konya Belediye Başkanı Kazım (Gürel) Ankara’ya gitmişti. Atatürk’e Konyalıların saygı ve bağlılıklarını iletmişti. Atatürk Kazım Gürel’e teşekkür ettikten sonra Hüseyin Ağa’yı sormuş, selamlarını söylemişti.
Bu haber 4 Haziran 1925 günlü Babalık (Konya) Gazetesinde manşetten verilmişti.

Konya’nın 20 km. güney doğusundaki 150 evlik Abditolu Köyü’nde 1846 yılında doğan ve Atatürk’le karşılaştığı zaman 80 yaşına ulaşmış bulunan Hacı Hüseyin Ağa, Osmanlı Devletinin son 6 padişah devrini yaşamış, 1877-1878 Türk Rus Savaşlarına katılmış, Gazi Osman Paşayı tanımış, yaşlılığı dolayısıyla Balkan, Çanakkale, Kurtuluş Savaşlarına katılmamışsa da bu cephelerde oğullarını şehit vermiş, iri yapılı, gür sakallı bir Anadolu köylüsüydü. İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra, köyünden birkaç arkadaşıyla Hac’ca gidip gelmişti. Köyünde Kerimlerin Hacı Hüseyin Ağa olarak tanınıyordu. İlk eşinin üzerine ikinci defa Konya’da Sadırlar mahallesinde Akife adında bir hanımla evlenmişti. Bu hanımın Konya’da aynı mahallede kerpiçten iki odalı bir evi vardı. Hüseyin Ağa ve eşi bu evde oturuyorlardı.

Atatürk’ün Konya’da Hüseyin Ağa’yı tanıyarak ona (Manevi babamsın) demesinden, sözlerinden hoşlanmasından sonra, Konya’da Hüseyin Ağa’nın hayatında bazı değişiklikler olmuştu. Konya Valisi İzzet Bey, Belediye başkanı Kazım (Gürel) kendisine saygı gösteriyor, bir dediğini iki etmiyorlardı. Şapka İnkılabında başındaki abani sarıklı Konya fesini ilk atanlar arasına girmiş, Vali’nin gönderdiği keçeden yapılmış fötre benzer şapkayı başına geçirmişti. Belediye başkanının hediye ettiği pardesüyü yaz kış sırtından çıkarmıyordu. Çoğu zaman mahallesinden şehre iner, doğru babalık Gazetesi sahibi Yusuf Mazhar’ın idarehanesine gelir, kahve içer, sohbet ederdi. Hatta Belediye başkanı onu Belediye Meclisi Üyesi de seçtirmişti. Resmi bayramlarda Vali, Belediye başkanı onu da protokol davetlileri arasına almışlardı.

Atatürk, 17 Ekim 1925 günü Konya’ya tekrar geldiği zaman, Atatürk’ü Afyon’da karşılayan Konya Heyetinin içerisinde keçeden yapılmış yeni fötr şapkasıyla dimdik heykel gibiydi. Trende Atatürk Hüseyin Ağa’yı yanına oturtmuş, konuşmuşlardı. Bu konuşmayı Babalık (Konya) Gazetesi (Gazi Paşa Nezdinde Hacı Hüseyin Ağa Neler Görüştü) başlığı ile birinci sayfadan vermişti. Şöyle yazıyordu:

“Gazimizin Konya’yı şereflendirdiği günlerde dikkat çekici intibalardan biri de şüphesiz ihtiyar Hacı Hüseyin Ağa’nın Paşa Hazretleri ile görüşmesidir. Hacı Hüseyin Ağa duygularını şöyle anlatıyor:
-Paşamızı, sevgili Cumhurreisimizi görmek hepimiz için farzdır. Paşamızı gönülden seven biz Konyalıları Gazi yakından bildiği için bizi görmeye geldi. Memnun olduk, Allah razı olsun. Ebediyen yaşasın. Biz ta Afyon’a Paşamızı karşılamaya gittiğimiz zaman ben orada bekledim. Ve herkesten sonra Paşama sarılarak gözlerinden öptüm. Kendimi zaptedemedim. Ağlayarak ellerini tuttum. Bir insan için bundan daha büyük, daha mübarek ne olabilir.

Yolda, Konya’ya gelirken Paşa Hazretlerinin vagonunda oturdum. Konuşmaya başladık:
Dedim ki:
-Sen nasıl düşündün bu şapkayı? Pek güzel düşünmüşsün. Duyduğum anda hemen bir şapka alıp başıma geçirdim. Çok memnun oldum.
-Musul meselesi ne oldu? Diye sordum.
-Arzumuza göre neticelenecek, hiç merak etme, dedi. Sevindim.
-Gazi Paşa oğlum, Ankara’da çiftlik de yaptırmışsın, memnun olduk sevindik. Aygırlar, kısraklar da buldun mu? Diye sordum.
-Hazırladım. Çoğaltacağım ve hep köylere yollayacağım, dedi.
Ve böylece sohbetler devam etti.

Atatürk, 18 Mayıs 1926 günü Konya’ya geldiği zaman Konya’da bir gece kalmış, Hüseyin Ağa ile ayakta birkaç dakika görüşmüş, halini hatırını sormuştu. 

Atatürk Konya’ya dokuzuncu olarak 18 Şubat 1931 günü gelmiş ve Konya’da 11 gün kalmıştı. Bu uzun süren misafirlikte Hüseyin Ağanın Atatürk’le görüşemediğini görüyoruz. Hüseyin Ağa bu tarihte 85 yaşında ve hastadır. Oğlu Ahmet onu köyüne götürmüştür. Nitekim Hüseyin Ağa 1935 yılında köyünde vefat etmiştir. Karısı Akife, Ağa’nın vefatından sonra Konya’ya gelmiş, birkaç ay sonra o da 1935 yılında Konya’da ölmüştür.

Sözlerimizi bitirirken şunu demek istiyoruz. Atatürk, Hüseyin Ağa’nın şahsında, Anadolu köylüsünün saf yüreğini, temiz sevgisi ve saygısını, üstün samimiyetini bulmuş, onun açık sözlülüğünden, dünya görüşünden hoşlanmıştır. Hüseyin Ağa ve ailesi ise Atatürk’ün bu ilgisi ve yakınlığını hiçbir zaman kötüye ve çıkarlarına kullanmamışlardır. Hüseyin Ağanın, Abditolu Köyü’nde çiftçilik yapan hayattaki tek oğlu Ahmet Küçükkoç ise, 1961 yılında köyünde sessiz sedasız vefat etmiştir.2


Kaynaklar: 
1Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel, Mayıs 2009
2Bilinmeyen Yonleri ile ATATURK, Turgut Cakir, Mayis 2012
http://www.egirdirakingazetesi.com.tr/haber/yazar/4506-turgut-cakir-bilinmeyen-yonleri-ile-ataturk.html

Friday, 19 October 2012

Grafik Cizmenin En Eglenceli Yolu

Grafik cizmek hic bu kadar kolay ve eglenceli olmamisti. Yapmaniz gereken sadece asagidaki linki izleyerek ilgili web sayfasina gitmek ve denklemleri yazmak. https://www.desmos.com/calculator

Thursday, 18 October 2012

Speed of Light - Isik Hizi

Isik hizinin hesaplanmasina yonelik ilginc bilgilerin bulundugu videoyu izlemek icin videonun uzerine tiklayin.

Bunlar da ilginizi cekebilir:

-